5 Aralık 2011 Pazartesi

Bilgisizlik Depremi

Bilgi güçtür” demiş, Bacon. Bilgi metaını elinde bulunduranların güçlü olduğuna işaret eden bu söz gereği batı toplumları, bilgiyi derleyip düzenleyerek, yeni bilgi üretiminde kullanmış ve böylece “bilgi toplumu” aşamasına geçmiş; üretilen bilgileri sahada kullanmak suretiyle de -her dönemde- güç sahibi olarak dünyayı biçimlendirmiş; diğer ülkeler ise, güce sahip olamamanın acı faturalarını ödeyegelmişlerdir.
Bilgi toplumu insanına bakıldığında, bilgi gücünü edinmeye gayret ettiği; bu bağlamda okuduğu, araştırdığı; bilgi tükettiği, yeni bilgiler ürettiği; evet veya hayır demesinin ya da her duruşunun bilgi odaklı bir gerekçesinin olduğu görülür. Rüzgârın önündeki kuru yaprak değildir bilgi insanı. Sürüyle birlikte gitmez. Bilir ki, sürüden ayrılan değil, bilgisiz olan yem olur kurtlar sofrasına.
 ‘Bilgi’ ile işi olmayan bireyin ise, otoriteye itaat dışında bir özgül ağırlığı olmayan pasif bir profil çizdiği görülür. Karşı duruş gösteremediği ve hiçbir şeyi değiştiremediği için de, tüm zamanlarda kaybedendir bu birey. Çünkü bilgi insanının aksine; kitap, kütüphane, kısacası okuma ve bilgilenmeye dair hiçbir etkinlik yoktur hayatında.
Devletler bazında da benzer bir görüntüyü görmek mümkün. Bilgi odaklı devletlerde üniversite, bilim ve özgürlüğün sembolü iken; diğerlerinde, yasakların ve bilim dışılıkların ileri karakolu rolünü oynar üniversite. Eğitim, birinci grupta bilgi insanı yetiştirme; ikincide ise, bireyi kısırlaştırma rolü oynar.
Aktif ülkelerde kütüphane, üniversitenin kalbi olarak benimsenirken; pasiflerde, üniversite kampüsünün yolları bile kütüphaneden daha öncelikli görülür. Okul kütüphanesi, birinci grupta, okulun tamamlayıcısı olarak kabul edilirken; diğerlerinde, çoğunlukla kapalı olan tek odadan ibaret ölü bir mekândır. Bilgi toplumunda halk kütüphanesi, “halk üniversitesi” sıfatıyla yaşam boyu öğrenme merkezi olarak kabul gördüğü için, devlet de bu kütüphaneleri geliştirmenin gayretini gösterirken; ikinci grupta, bu kütüphaneler adeta devletin sırtında yük gibi görülür. 
Bu manzaradır ki, bilgi odaklı devlet ve toplum yapısıyla diğerleri arasındaki makasın gitgide büyümesine yol açmaktadır.
Örnek olarak, bugünlerdeki somut olayı alalım. Birçok binanın yıkıldığı Van depremindeki manzaraya bakıldığında, bilgi ve unsurlarıyla (kitap, kütüphane, araştırma vs.) arası iyi olmayan toplumlara özgü bir manzara ile karşılaşıyoruz. Tarih, mekân ve söz söyleyenler dikkate alınmazsa, tablonun, 1999 Adapazarı ve Düzce depremleriyle aynı olduğunu görebilirsiniz. “Türkiye depreme hazırlıksız yakalandı”; “Devlet depremzedelerin yaralarını saracaktır”; “Halkımız elini depremzedelere uzatacaktır”, vs. Oysa gidenler gelmeyecek ve hiçbir destek bu acı gerçeği değiştiremeyecektir.
Değiştirilmesi mümkün olduğu halde değiştir(e)mediğimiz bir gerçek daha var ki, hemen her şeyin temeli olan “bilgisizlik depremi”dir. Gerçeklere bakarak yapalım analizimizi. Türkiye bir deprem ülkesidir, doğru. Ama bunu kaç kişi bilmekte ve bildiğini nasıl göstermektedir? Yüreklere düşen ilk ateşin ardından, medya konuyu ne düzeyde gündemde tutmaktadır? Toplum bu konuda medyayı sorgulamakta mıdır?...
Hatırlanacağı gibi, Adapazarı’nda, şehrin kayalık bölgeler yerine sulak arazi üzerine kurulmasının yıkımı artırdığı konuşulmuştu. Sahada da gördük ki, merkezdeki birçok binanın yerinde yeller eserken, sert kayaların üzerindeki binaların pek çoğunda çatlak bile yoktu. On iki yıl sonra, Van’da aynı bilgi karşımıza çıkıyor. Nasıl sürekli aynı delikten sokulur bu toplum ve bir devlet ne hakla bu denli acımasız bir bilgisizlik depremine kayıtsız kalabilir?
Gelin, kahreden bir bilgisizlikten daha söz edelim. Van’da çöken bir binanın zemin katında bir araba galerisi bulunduğunu ve arabalar daha rahat hareket ettirilebilsin diye bazı kolonların kestirilmiş olduğunu duyurdu medya. Bu nasıl bir bilgisizliktir ve binada yaşayanlar buna nasıl tepki göstermez? Oysa birazcık bilgi insanı olabilselerdi, haklarını arar ve sonuçta böyle bir bilgisizlik yıkıntısı altında kalınmazdı.
Temel sebep, bilgisizlik; sonuç, acı ve gözyaşı
Depremlerin devlete yansıyan ekonomik sonucuna bakılacak olursa, bilgi odaklı çözüm faturasının felaketler faturası yanında devede kulak kalacağı kolayca görülebilecektir. Çözümün sona erdireceği can kayıplarının bedeli ise, rakamlarla açıklanamaz. Benjamin Franklin, bu duruma işaret edercesine, “eğitimden çok daha pahalı olan tek şey, bilgisizliğin sonuçlarıdır” der. Yani bir devlet ki, işini bilgi ile yapmaz, vatandaşını buna uygun olarak yetiştirmez, o halde bunun acılı faturalarına katlanır da katlanır. Düşünmez ki, örgün eğitimi bilgi ve kütüphane odaklı düzenler, yaşam boyu öğrenimde de ülkeyi halk kütüphaneleriyle bir kez donatırsa, karşılığı, bilinçli ve sorumlu vatandaşlar, bilgili çalışanlar, buluşlar vs. ile gelecek; aksi halde, bilgisizlik depremi, kötü örneklerle ağır faturalar ödetmeye devam edecek. Kısacası, bilgi toplumuna ve bilgi insanına yapılmayan yatırımlar nedeniyle, astar yüzünden pahalıya mal olacak.     
Bu anlamda da, Franklin, “bilgiye yapılan yatırım, en yüksek kârı getirir.” derken; Aristoteles alkış tutar adeta, bu çözüm önerisine; “bilim iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda sığınak ve iyi bir yol göstericidir” şeklindeki sözleriyle. Gerçekten de halkı bilgi insanı yapacak yapılanmanın, kütüphanesiz okul ve halk kütüphanesiz belde bırakmamanın faturası çok daha hafiftir inanın. Bunu anlamak ve gereğini yapmak zor değil. Yeter ki, devlet millet için var olduğunun farkına varsın.
Bilgi toplumu olan ve olmayan toplumlar arasındaki farka, yaşanmış bir örnekle bakalım. Van depremi sonrası bir gazeteci televizyonda deneyimlerini anlatırken, 1999 depremleri öncesinde Japonya’da yaşadığını, depremlerden kısa bir süre önce İstanbul’a döndüğünü; Japonya’da, gündüz bir yerde otururken ya da çalışırken deprem meydana geldiğinde, her şeyin normal olarak devam ettiğini, gece depremlerinde ise, hafifçe tek göz açıp, “yine sallanıyoruz” deyip uyumaya devam edildiğini; 1999 Adapazarı depreminde de sallanınca kendisini Japonya’da zannederek gözünü açıp, sonra uyumaya niyetlendiğini, ancak İstanbul’da olduğunu hatırlayınca kendisini sokağa zor attığını söylüyordu. Aradaki fark bu kadar açık.  
Bu Japonya’nın bilgi odaklı devlet ve bilgi toplumu olma bağlamında bizimle kıyas kabul etmeyecek düzeyde olduğunu; bir Japon’un da, bir Türk vatandaşına oranla bilgi insanı olma bağlamında ne kadar ileride olduğunu söylemeye gerek var mı bilemiyorum.  
Merak edenlere, bir Japon’a düşen kitap sayısı ile bir Türk’e düşen kitap sayısına, okuma alışkanlığı oranlarına, kütüphane sayılarına, bilimsel araştırmalara ve kütüphaneye ayrılan bütçelere bakmalarını söylemekle yetineyim. Aynı Japonya’nın, 2. Dünya Savaşı’nda yer ile yeksan olduğunu hatırlatmaya da herhalde gerek yok.         
Kısacası, bu yıkımların çaresi, bilgi odaklı devlet ve bilgi toplumu olabilmenin evrensel şartlarını oluşturmaktır. İktidar partisinin kimi belgelerinde karşılaşılan “bilgi odaklı siyaset” anlayışının kurumsallaşabilmesi için; yeni anayasa bilgi odaklı olarak hazırlanmalı ve aracılığıyla bilgi odaklı devlet ve bilgi toplumuna dönüşüm gerçekleştirilmelidir. 
Şu acılı günde bunlar konuşulur mu?” diye düşünenler olabilir. Konuşulur ve tam da bugünlerde konuşulmalıdır. Aksi halde “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” deyişini kanıtlarcasına, üç gün sonra olay gündemden düşüp de, topa, popa ve magazine dönüldüğünde söylemenin kıymeti olmayacaktır. Bugüne kadar böyle yapıldığından, hep aynı delikten sokuluyoruz.
Hafızasız devlet ve bilgisiz toplumdan, “bilgi toplumu” düzeyine yükselmiş bir Türkiye için; “bilgi odaklı Anayasa, bilgi odaklı devlet, bilgi odaklı siyaset ve bilgi odaklı demokrasi” yapısına yönelik çalışmalara başlanılmalıdır. Hem de hemen. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder